CEVAP 167 :
Sahte kaşe ve imza ile keşide edilen çeklerle dolandırıcılık eylemleri yapılabilmektedir.
Günümüzde ticari hayatta karşılaşılan dolandırıcılıkta ciddi bir artış gözlemlenmektedir. Tabiri caizse bu işi adeta meslek haline getirmiş kişiler son derece profesyonel şekilde dolandırıcılık eylemleri organize etmekte ve sistemdeki açıklıklardan ve yavaş işlemelerden kaynaklanan nedenlerle çoğu kez de amaçlarına ulaşabilmektedir.
Son yıllarda en çok kullanılan yöntemlerden bir tanesi şeklen geçerli banka çeklerine yapılan işlemlerle şahıs ve şirketlerin borçlandırılmasıdır. Bunun için bankadan gerçekte var olan bir şirket adına çek alınmaktadır. Çek yaprağının hamili kısmına borçlandırılmak istenen şirket veya şahsın ünvanı ve adı-soyadı yazılır. Çek yaprağının arka kısmına da şirkete ait kaşe basılır. Bu kaşeyi yaptırmak çok kolaydır ve piyasada 20 TL’ye yaptırılabilir. Kaşe yaptırırken de kimse sizden bilgi veya belge istemez. Bu kaşede yazılacak bilgilerin ise bulunması çok kolaydır. Zira şirketlerin bu bilgileri faturalarında, internet sitelerinde, kartvizitlerinde kısaca çok rahatlıkla ulaşılabilecek hemen hemen her yerde bulunabilir. Sonra kaşenin üzerine ve boşluğa gelecek şekilde bir imza atılır. Böylelikle icra takibi hukuku açısından bu çek artık cirolanmış olur ve çeki elinde bulunduran hamili tarafından kullanılabilir hale gelir. Bu çek piyasaya sürülür ve bu cironun altına gelecek şekilde bir kaç şirketin veya şahsın da bu çeki cirolaması sağlanır. Genellikle bu şahıs ve şirketler de dolandırıcıların kurbanı olurlar. Çeki son elinde bulunduran şahıs veya şirket vadesi gelince çeki bankaya verir ve ödenmesini bekler. Ödenmeyince de icra takibine koyar. İşte bu aşamada bu işlerden hiç haberi olmayan şahıs veya şirket ya icra takibine ilişkin ödeme emrinin kendine tebliğiyle ya da artık günümüzde icra kayıtlarının bankalar ve finans kurumu tarafından çok sıkı takip ediliyor olması nedeniyle bu durumu öğrenir. Özellikle tahsil kabiliyeti yüksek olan şirketler için durum son derece sıkıntılıdır. Zira şirketin banka hesaplarına, arabalarına, tapularına hazic konulması ihtimali yüksektir. Kural olarak kambiyo hukukuna göre itiraz edilerek durdurulamayan bu tür çek veya senetler için icra mahkemelerinde imza itirazı veya menfi tespit konulu dava açmak gerekmektedir. Burada da icra mahkemeleri alacağın tamamı ve diğer giderler depo edilmedikçe hemen icra takibinin durmasına karar vermezler. Ancak muhatap savcılığa suç duyurusunda bulunduğunu belirtip bu kişi veya kurumları hiç tanımadığını bunlarla hiç ticareti olmadığını, kaşesinin sahte olarak üretildiğini imzanın da kendilerine ait olmadığını açık bir şekilde belirtirse icra mahkemeleri bazı durumlarda teminatsız olarak da icra takibinin durmasına karar verebilir. Bu durumda mahkeme tensip kararı ile bu kararı verebileceği gibi yapılacak ilk duruşmaya kadar da bir sınırlama koyabilir.
Özellikle başka şehirlerde başlatılan icra takipleri şahıs ve şirketleri zor duruma sokmaktadırlar. Örneğin İstanbul’da faaliyet gösteren bir şirketin Konya’da böyle bir icra takibiyle karşılaşması durumunda ilk etapta yapmak zorunda kalacağı yargısal masraflar bile çoğu kez şirketleri zora sokmaktadır.
İcra mahkemesi bu itirazı ciddi görürse şirket yetkilisinin imza örneklerini getirtecek ve dosyaya getirteceği çek veya senet aslındaki imza ile birlikte karşılaştırılması için dosyayı bilirkişiye gönderecektir. Bilirkişi raporuna göre de karar verecektir. İşte bu uzun ve masraflı süreç ise bu dolandırıcılıktan hiçbir haberi olmayan şirketi de ciddi anlamda sıkıntıya sokacaktır .Şirket ahciz tehdidi altında olduğundan bu dava sürecini sonuna kadar takip edecektir.
Yapılan savcılık soruşturması ise çok uzun sürecek, İcra mahkemesinin kararının kesinleşmesi de ortalama 1-2 yıl sürebilecektir.
T.C. YARGITAY 19. HUKUK DAİRESİ E. 2013/258 K. 2013/4254 T. 6.3.2013 tarihli kararı

Davacı vekili, müvekkili firmaya ait işyerinde meydana gelen hırsızlık olayı sonucunda aralarında müvekkilinin lehdar olarak yer aldığı 15.000 TL.tutarındaki çekin de bulunduğu bir takım çeklerin çalındığını, müvekkilince Cumhuriyet Savcılığı’na suç duyurusunda bulunulmuş olup, sonrasında davalı yanca sahte kaşe ve imza atılmak suretiyle müvekkili tarafından ciro edilmiş gibi gösterilerek çekin bankaya ibraz olunduğunu ve Cumhuriyet Savcılığı’nca çeke el konulduğunu belirterek 15.000 TL.tutarlı çekin davalıdan alınarak müvekkiline iadesine ( istirdadına ) karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili, davaya konu çekin cari hesap alacağına karşılık müvekkilince dava dışı şirketten alındığını, çekin lehdarı bulunan davacı şirketi müvekkilinin tanımadığını ve çekin ibrazı üzerine çeke Cumhuriyet Savcılığınca el konulduğunu ve çekin müvekkilinde bulunmadığını bildirerek konusuz kalan davanın reddi gerektiğini savunmuştur.
Mahkemece, davaya konu 15.000 TL.tutarlı çekten dolayı davacı yanca menfi tespit isteminde bulunulduğu saptanmış olup, benimsenen bilirkişi raporu doğrultusunda çek üzerindeki ciranta imzasının davacı şirket yetkililerine ait olmadığının saptandığı gerekçesiyle davanın kabulüne, 15.000 TL.miktarındaki çekten dolayı davacının davalıya borçlu bulunmadığının tespitine karar verilmiş, hüküm davalı vekilince temyiz edilmiştir.
Dava çek istirdadı istemine ilişkin olup, davacı vekili dava dilekçesinde davaya konu yaptığı 15.000 TL.tutarlı çekin davalıdan alınarak kendisine teslimini istemiştir. Somut olayda davaya konu edilen çekin dava açıldığı sırada yürütülen hazırlık soruşturması nedeniyle Bursa Cumhuriyet Başsavcılığı’nda olduğu dosya kapsamından anlaşılmaktadır. O halde dava çek istirdadı istemine ilişkin olduğu halde mahkemece talep açılmak suretiyle yazılı şekilde hüküm tesisinde isabet görülmemiştir.
SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle hükmün davalı yararına BOZULMASINA,peşin harcın istek halinde iadesine, 06.03.2013 gününde oybirliğiyle karar verildi.
 

T.C. YARGITAY HUKUK GENEL KURULU E. 2010/12-493 K. 2010/491 T. 13.10.2010 tarihli kararı

DAVA : Taraflar arasındaki “İmzaya itiraz” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; İzmir 10. İcra Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen 29.5.2008 gün ve 2005/531 E-2008/451 K. sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 12. Hukuk Dairesinin 21.11.2008 gün ve 2008/16953-20634 Sayılı ilamı ile;
( … Alacaklı, borçlu şirket aleyhine bonoya istinaden kambiyo senetlerine mahsus haciz yolu ile icra takibine geçmiştir. Sözü edilen borçlu vekili icra mahkemesine başvurarak takibe konu edilen bonoların eski ortakları olan Ö. U. tarafından şahsi borcu için imzalanıp alacaklıya verildiğini, daha sonra şirketlerinin kaşesinin sahtesi yapılarak adı geçen Ömer’in isminin ve imzasının bulunduğu yere bu kaşenin basıldığını, şirketlerinin sorumluluk altına sokulmak istendiğini bu sebeplerle takibin iptaline karar verilmesini istemiştir.
Takip konusu bonodaki keşideci imzasının takipte taraf olmayan Ö. U.’ın eli ürünü olduğu tartışmasız olup, bu durum Adli Tıp Kurumu Fizik İhtisas Dairesi Adli Belge İnceleme şubesinin 9.5.2005 tarih ve 3110 numaralı raporundan anlaşılmaktadır. Aynı kurumun 21.11.2005 tarihli 8647 numaralı raporunda ise sözü edilen imzanın üzerindeki kaşenin sahte olarak basılmış olduğu ifade edilmiştir. Bu sebeple borçlu şirketin sorumluluğundan sözedilemez. Ancak senedi imzalayan Ö. U.’ın takip konusu bonodan şahsen sorumlu bulunmaktadır.
O halde, borçlunun isteminin kabulü yerine yazılı gerekçe ile reddine karar verilmesi isabetsizdir… ),
Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
KARAR : Dava, kambiyo senetlerine mahsus haciz yoluna ilişkin icra takibine konu bonodaki imzaya itiraza ilişkindir.
Davacı vekili, müvekkili şirketin eski ortaklarından olan dava dışı Ö. U.’ın, kendi şahsi borcu için 1.8.2004 vadeli 20.370.000.000 TL.lik bonoyu kendi eli ile tanzim edip, adının altına bir tek imza atarak senede pul yapıştırmadan borçlu olduğu davalı A.S.’a verdiğini, davalı alacaklının anılan kişiden alacağını tahsil edemeyeceğini anlayınca, davacı şirkete ait sahte bir kaşe kullanarak davacı şirketin unvanını bonoya bastığını, böylece şirketi borçlu olarak gösterdiğini, oysa bonoya konu borcun Ö. U.’ın kişisel borcu olduğunu ifadeyle, icra takibine konu olan mezkur senetteki şirket kaşesinin ve yetkili imzanın müvekkili şirkete ait olmadığının tespiti ile kötüniyet tazminatı istemiştir.
Mahkemece, bononun düzenlendiği tarihte Ö. U.’ın şirket yetkilisi olduğu ve imzaların ona ait bulunduğu, takibe dayanak bonoyla kendisi ve şirket adına borçlandığı, kaşenin Ö. U.’ın imzası üzerine sonradan alacaklı tarafça vurulduğu yönündeki iddianın ispatlanmadığı gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiştir.
Karar davacı vekilince temyiz edilmekle Özel Dairece yukarda başlık bölümünde yer alan sebeplerle bozulmuş; mahkemece önceki kararda direnilmiştir. Hükmü temyize davacı vekili getirmektedir.
Bilindiği üzere; İcra Mahkemeleri İcra Dairelerinin işlemlerinin doğru ve kanuna uygun olup olmadığını denetlemek ve kanunla kendisine verilen diğer icra işlerine bakmak üzere kurulmuş olup, yargılama yönünden dar yetkili mahkemelerdir. Bu sebeple inceleme yetkileri sınırlıdır. Dosya içerisindeki belgelerden 13.12.2007 Tarih ve 1182 Sayılı iddianame ile Turgutlu Asliye Ceza Mahkemesinde açılmış olan, takibe konu bono sebebiyle davalı A.S.’ın şüpheli sıfatıyla yargılandığı bir ceza davasının olduğu; bu davada suça konu eylemin bononun düzenleniş biçimi itibariyle sahte şirket kaşesi vurulmak suretiyle resmi evrakın bozulması olarak nitelendirildiği anlaşılmaktadır.
Öte yandan yargılama sırasında 5.11.2006 tarihli celsede davacı şirket tarafından ayrıntısı bildirilmemekle beraber bir menfi tespit davasının açıldığı da ileri sürülmüştür.
Hal böyle olunca, Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında öncelikle yukarda açıklanan olgular ve bu iki davanın eldeki davaya etkisi tartışılmıştır.
İlkin açılmış olan ceza davasının eldeki davaya etkisi üzerinde durmakta yarar vardır:
Kambiyo senetlerine dayalı olarak başlatılan takiplerde imzaya itiraz 2004 Sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun ( 17.7.2003 gün ve 4949 Sayılı Kanunun 47. maddesiyle değişik ) 170. maddesinde düzenlenmiş, bu maddenin üçüncü fıkrasında aynen;
“İcra mahkemesi, 68/a maddesinin dördüncü fıkrasına göre yapacağı inceleme sonunda, inkar edilen imzanın borçluya ait olmadığına kanaat getirirse itirazın kabulüne karar verir. İtirazın kabulü kararı ile takip durur. Alacaklının genel hükümlere göre dava açma hakkı saklıdır. İnkar edilen imzanın borçluya ait olduğu anlaşılırsa ve itiraz ile birlikte takip ikinci fıkraya göre durdurulmuşsa, borçlu sözü edilen senede dayanan takip konusu alacağın yüzde kırkından aşağı olmamak üzere inkar tazminatına ve takip konusu alacağın yüzde onu oranında para cezasına mahkum edilir ve itiraz reddedilir. Borçlu menfi tespit veya istirdat davası açarsa, hükmolunan tazminatın ve para cezasının tahsili dava sonuna kadar tehir olunur ve davanın borçlu lehine sonuçlanması halinde daha önce hükmedilmiş olan tazminat ve para cezası kalkar.” Hükmüne yer verilmiştir.
1086 Sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 314. maddesinin birinci cümlesinde ise;”Resmi ve gayrı resmi her nevi senedatın sahteliğini iddia eden kimse asıl davayı rüyet eden mahkemede bu iddiasını gerek davayı asliye ve gerek davayı hadise suretiyle ikame edebilir.”denilmek suretiyle, sahte bir senede dayanılarak aleyhine icra takibi yapılan borçlunun, resmi veya gayri resmi senedin sahteliğini, açılmış bir davada hadise şeklinde ileri sürebileceği gibi, ayrı bir sahtelik davası da açabileceği kabul edilmiştir.
Böyle olunca borçlu, Cumhuriyet Başsavcılığına yapacağı başvuru ile, evrakta sahtekarlık yapan kişi aleyhine ceza mahkemesinde sahtecilik davası açılmasını sağlayabilir.
5237 Sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Resmi Belge Hükmündeki Belgeler” başlıklı 210. maddesinin birinci fıkrasında yer alan;”Özel belgede sahtecilik suçunun konusunun, emre veya hamile yazılı kambiyo senedi, emtiayı temsil eden belge, hisse senedi, tahvil veya vasiyetname olması halinde, resmi belgede sahtecilik suçuna ilişkin hükümler uygulanır.” hükmüyle, kambiyo senetlerine “resmi belgede sahtecilik suçuna ilişkin hükümlerin uygulanacağı” kabul edilmiş; aynı Kanunun 204. maddesinde de resmi belgedeki sahteciliğe ilişkin müeyyide düzenlenmiştir.
Takip dayanağı senet hakkında borçlunun “imza itirazı” ile birlikte veya “sahtelik iddiası ile şikayette” bulunmasından sonra alacaklı hakkında suç duyurusunda bulunması sebebiyle “sahtecilik suçu”ndan dolayı kamu davası açılmış olması durumunda, bu davanın icra takibine etkisinin ne olacağına ilişkin açık bir yasal düzenleme 2004 Sayılı İcra ve iflas Kanunu’nda bulunmamaktadır. Bu nedenle, 1086 Sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 317. maddesinin 2. cümlesinden yararlanarak soruna bir çözüm getirmek gerektiği yargısal uygulamada kabul edilmiştir ( Hukuk Genel Kurulu’nun 22.1.2003 gün ve 2003/12-3 E.2003/28 K.; 6.2.2008 gün ve 2008/12-77 E. 2008/90 K. sayılı kararları ).
Nitekim, 1086 Sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 317. maddesinin; “Sahtelik iddiası 308’inci madde ile mevaddı mütaakıbesi ahkamına tevfikan tetkik olunur. Sahteliği iddia kılınan senedin ehlihibre marifetiyle tetkik ve tatbikına ve vakayi ve hadisattan haberdar olanların istimaına karar verildiği takdirde bu kabil senedat, neticei hükme kadar bir güna muameleye esas ittihaz kılınmaz. Ancak bu senede müsteniden evvelce ittihaz edilen ihtiyati tedbirlere de halel gelmez ve ledelhace senet sahibi hukukunun muhafazası zımnında sair ihtiyati tedbirlere de tevessül edebilir.”şeklindeki hükmü ile de, hukuk yada ceza mahkemesinde dava açılmış ve o davada mahkemece sahteliği iddia edilen senet hakkında, inkar edilen imzanın borçluya ait olup olmadığı yönünde bilirkişi incelemesi yapılmasına ve senedin yazıldığını görenlerin tanık olarak dinlenmesine karar verilmiş ise, senedin dava sonuçlanıncaya kadar hiçbir işleme dayanak yapılamayacağı, düzenlenmiştir.
Bu düzenleme karşısında imzaya itiraza ilişkin davanın görülmesi aşamasında ceza davası da açılmışsa; ceza davasının sonuçlanması, imzaya itiraz davası yönünden bekletici sorun olarak kabul edilmelidir.
Zira, icra mahkemeleri şikayet ve itirazları belli bir usule uyarak yargılayan ve objektif hukuk kurallarını şikayet ve itirazlara uygulamak suretiyle bunları takip hukuku bakımından kesin hükme bağlayan mahkemelerdir. Bu mahkemeler, takip hukukuna ilişkin uyuşmazlıkları çözme görevini yerine getirirken kural olarak tanık dinleyemeyeceklerinden dar ( sınırlı ) yetkili olup, sahtelik iddiasını inceleme yetkileri de genel mahkemeye göre daha kısıtlıdır.
Genel mahkemeler senetteki sahtelik iddiasını yukarda içerikleri açıklanan H.U.M.K.’nun 309 ve 317. maddelerinin verdiği yetkiyle daha detaylı bir biçimde inceleme olanağına sahiptir.
Tüm bu açıklamaların ışığı altında somut olay ele alındığında; davacı şirket , senette yer alan kaşenin sahteliğini ileri sürdüğüne ve bu durumun tespitinin senet sebebiyle şirketin sorumluluğunun bulunup bulunmadığının tespitinde sonuca etkili olacağına göre, davaya konu bono ve davalının “senetteki kaşeyi sahte olarak bastığı” şeklinde ileri sürülen eylemi ile ilgili olarak açılan ceza davasının eldeki davayı etkileyeceği, senette bulunan şirket kaşesinin sahte olup olmadığının belirlenmesi durumunda eldeki uyuşmazlığın da buna göre çözümleneceği, dolayısıyla açılmış olan ceza davasının beklenmesinin gerektiği sonucuna oy birliği ile varılmıştır.
Davacı şirket yetkilisi tarafından açılan Menfi tespit davasının sonucunun beklenip beklenmeyeceği hususuna gelince;
Yukarıya aynen alınan yasal düzenlemeler ve açıklamalarda da açıkça vurgulandığı üzere icra hakiminin dar yetkili olması karşısında sahtecilik iddialarının genel hükümlere göre açılacak davalarla ispatı yoluna gidilmesi halinde bu davaların sonucunun eldeki uyuşmazlığa çözüm getireceği açıktır.
Hukuk Genel Kurulunca bu hususlar gözetilerek, davacı tarafın ayrıca menfi tespit davası açtığını ileri sürmüş olması ve bu davanın eldeki davaya etkisi de gözetilerek davacı vekilinden bu davaya ilişkin açıklama alınarak bu davanın da beklenmesi gerektiği oyçokluğu ile kabul edilmiştir. Sonuç itibariyle, davalı A. S. aleyhinde açılan ceza davası ile davacı yan tarafından açıldığı bildirilen menfi tespit davasının sonucunun beklenmesi gerekirken, dosya kapsamına ve yukarda açıklanan ilkelere uygun düşmeyen gerekçelerle davanın reddine karar verilip, bu kararda direnilmiş olması usul ve yasaya aykırıdır.
Bu sebeple direnme kararı açıklanan değişik gerekçelerle bozulmalıdır.
SONUÇ : Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulüyle direnme kararının yukarda gösterilen değişik gerekçelerle H.U.M.K.’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istenmesi halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 13.10.2010 tarihinde sonucunda oybirliği, sebebinde ise ceza davasının beklenmesi yönünden oybirliği, menfi tespit davasının beklenmesi yönünden ise oyçokluğu ile karar verildi.